18.3.09

Pembe Montlu Küçük Kız

Kaçmalar gitmeler... İnsanların hayatlarından hiç eksik olmazlar. Uzaklaşmak ve hatta bir yerlerde kaybolma isteği… Bu kayboluş isteği aslında insanın kendisini bulabilmesi içindir. Hep kaçmaz mı insanlar ? Birisinden kaçar yada bir şeylerden kaçar.. Bazen her şey sadece zihninde olur biter. Zihninde bir şey olduğu zaman ondan kaçması zordur. Uzaklaşamazsın. Ne kadar gidersen git o seni bırakmaz.

İnsanoğlu 7 den 70e sürekli bir varoluş çabası içindedir. Daha doğrusu varoluşuna anlam kazandırmak ister. Daha çok küçük yaşlarda başlar kaçmalar uzaklaşmalar.. Kapşonlu montunu giymiş, yanaklarından kapşonun bağcıkları geçen ve yine o bağcıkları çenesinin altından bağlanmış olan pembe montlu, koyu kahverengi şeritli kadife pantalonu ve altında beyaz ile pembe renklerin karışık olduğu bir spor ayakkabısı ile annesinin elini tutup yürüyen küçük bir kız çocuğunun kaçışını düşünün. Annesi elini bıraktıgı anda koşmaya başlar.. Gülerek koşarda koşar, ara sıra arkasına dönüp annesine bakar. Uzaklaştığını fark eder daha çok gülmeye başlar içini bir mutluluk kaplar. Kimden neyden kaçıyordur ki bu küçük kız çocuğu ? Annesinden mi kaçıyor ? Yoo annesinden kaçıyor olmamalı. Neden kaçsın ki ondan ? Belki acelesi vardır bir yere yetişmesi gerekiyordur, hızla koşarak gitmesinin nedeni budur. Yok buda olamaz. Peki nedir ona hızla uzaklaşmasını isteten şey ? Kim bilir neye koşuyor bu küçük kız. Belli ki melekler onun kulağına hayatın kısa olduğunu ve acele etmesi gerektiğini fısıldamışlar. Bu küçük kız annesinde henüz 10 adım uzaklaşamamışken belki de hayatında kendisini en çok kendisi gibi hissettiği birkaç saniyenin sonunda birisi gelir ve onu elinden kavrar. Kız gülse mi ağlasa mı bilemez ? Yine ilk fırsatı kollayarak yürümeye devam eder. Önüne daha ne kadar fırsat çıkacak bilinir mi ? ‘’Hayat fırsatlarla doludur.Yeter ki doğru zamanda doğru yerde olalım.’’ Basit ve klişe bir cümle gibi geliyor başta ama düşününce aslında o kadar da basit değil. Çünkü hayat bu kadar basit değil.

O küçük kız pembe montunu ve koyu kadife pantalonunu çıkarmış, siyah bluzunu ve mor eteği ile ayakkabısı ile uyumlu olan mor converse’ini giymiş. Omuzlarını birazcık geçmiş siyah saçlarını savurarak evden hızla çıkıyor. Annesi gelip elini tutmuyor bu sefer ama arkasından epey bir bağırıp çağırıyor. Yine bir şeylerden kaçıyor belli ki küçük hanım. Annesinden mi ? Yok yok yine ondan değil. En yakın fırsata doğru koşuyor. Görmesini bilmesi de gerekiyor tabii ki sadece koşmak, kaçmak yetmiyor.

Hemen hemen her insanda vardır bu uzaklaşma isteği. Ne zaman sakin ve güzel manzaralı bir ev görse insan, ki onu bazen bir tabloda görür bazen yolda yürürken bazen ise televizyon izlerken arka planda aniden beliriverir o sessiz ve sakin ev. O ev her zaman insanın içinde bir şeyler uyandırır. Birkaç saniyeliğine de olsa o evin içinde kendine bir yaşam kurarsın. İşte insanın kendisine en çok yaklaştığı anlar bu anlardır. Sonra uyanırsın o dünyadan gerçek dünyaya dönersin ama içinde bir sıkıntı belirir bir yorgunluk hissedersin çünkü farkında olmadan az önce bir koşu yapmışsındır. Kendine koşmuşsundur ve birisi gelip seni elinden tutup engellemiştir. Bu elin kime ait olduğunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz ama her zaman birileri bizi hayallerimizden alıkoyacak. Bazen de en güzel yerlerinde.

Şimdi o küçük hanım artık küçük hanım değil mor converse’ini çıkartalı uzun zaman olmuş. Top küpelerini takmış topuklu ayakkabısını giymiş. Üstünde de çok şık bir ceketi var. Şimdi, annesinin yanağına hızla bir öpücük kondurup kendisini dışarıya atıyor. Dışarı atması ile tekrar kapıyı açması bir oluyor. Ayakkabılıkta unuttuğu dosyasını alıyor ve arkasına bakmadan çıkıyor. Nedir bu hız ? Yetişmesi gereken bir işi olmuş artık bu güzel bayanın. Sorumluluk sahibi ama tam anlamıyla değil. Hala kendisine ayıracak vakti oluyor. Kendisine bakıyor, süsleniyor , alışveriş yapıyor. Her fırsatta kaçmayı denemiyor küçük bir kız olduğu günlerdeki gibi ama hala fırsatlar çıkıyor karşısına. Hala şansı var.. İnsanlar buna hayat diyor ve yaşıyor. Gün gelecek kaçmaya fırsatı olmaycak bunu bilemiyor göremiyor. Bunun farkında olsaydı hiç koşar adımlarla işe gidermiydi tam tersine işi gücü bırakıp sadece koşardı uzaklara doğru. O uzaklarda kendisinden bir tane daha bulacağını bilseydi keşke.. Hatta kendisinden bir tane daha değil de kendisini tamamlayan bir kendisinden bulacağını bilseydi.

Zamanın hızlı akışı sürmüş ve bu güzel bayan artık bir melek olmuş. Melek dediğime bakmayın aslında bir anne olmuş. Bebeğini emziren, altını değiştiren, ateşini sık sık kontrol eden bir anne olmuş. Artık uzaklara kaçmak için pek fırsatı kalmamış gibi görünüyor. Sorumlulukları belkide hayatında ulaşabileceği maksimum düzeye ulaşmış. Çabuk sinirlenen çabuk duygulanan en ufak bir şeyde gözlerinden yaşlar süzülen, bebeği ağladıkça oda ağlayan o susmadıkca oda susmayan hatta bazen o susunca bile ağlayan birisi haline gelmiş bu bayan ama sanırım artık ona anne diye hitap edebiliriz. Anne anne olmaktan daha kurtulamayacak, anne olmanın dönüşü yoktur. Anne olduğun andan itibaren sonsuza kadar annesindir artık.

Veeeee döngü tekrar başa döner. O da çocuğunun elinden tutmaya başlar ve onun kaçmasına izin vermez. O da çocuğunun arkasından bağırır çağırır ama kapıyı çarparak çıkmasına engel olamaz. Kısır bir döngü… Bir süre sonra kendisini yorgun hisseder artık hayat onu yormuştur. Yapacak veya görecek bir şeyi yoktur. Aslında yapılacak ve görülecek şeyler her zaman vardır ama bunların fark edilip harekete geçirilmesi hayatın sizi ne kadar yorduğu ile doğru orantılıdır. Hayatını adadığın kişilerinde artık kendilerini başkalarının hayatına adadıklarını görürsün. Kısır döngü demiştik ya. Artık uzaklaşmak ve kaçmak için tam vaktidir. Ölüm. İşte o kendine koşma, bu dünyadan kaçma, her şeyi geride bırakma isteği burada noktalanır. Dünya geride kalmıştır ve sen artık yoksundur.

Gölgesizler



Güzel bir yapım olan ''Gölgesizler'' kimileri tarafından çok beğenilirken kimileri tarafından yerden yere vuruluyor. Çok büyük bir başyapıt demiyorum ama benim görüşüm başarılı bir film olduğu yönünde. Candan Erçetin'in hem yapımcılığını üstlendiği hemde müziklerini yaptığı bu film halen sinemalarda gösterimde. Türk sinemasını destekleyen bir sinemasever iseniz gidip izleyin derim. Ama kurgunun biraz zayıf kaldığı bir gerçek. Daha sağlam bir kurgu filmi daha güzel yapabilirdi. Recep İvedik serisinin gişe rekorları kırdığı bir ülkede yaşıyoruz bu film ondan daha fazlasını hakediyor.

10.3.09

Meyhane

Meyhane
Madem ki sevmiyorum artık,
O halde, her akşam
Onu düşünerek içtiğim
Meyhanenin önünden
Ne diye geçeyim?

Orhan Veli

6.3.09

Kendimi bile inandıramadıklarım

Herkes Gibisin
Gönlümle başbaşa düşündüm demin
Artık bir sihirsiz nefes gibisin
Şimdi taa içinde bomboş kalbimin
Akisleri sönen bir ses gibisin
Maziye karışıp sevda yeminim
Bir anda unuttum seni eminim
Kalbimde kalbine yok bile kinim
Bence artık sende herkes gibisin(*)
* Yalan


Nazım Hikmet'in kalemi ve Cem Karaca'nın mükemmel yorumu...
Cem Karaca ve Nazım Hikmet Ran'ı rahmetle anıyorum.

4.3.09

Gerek bazen

İşte gidiyorum
Birşey demeden
Arkamı dönmeden
Şikayet etmeden
Hiçbirşey almadan
Birşey vermeden
Yol ayrılmış,
Görmeden gidiyorum

Kazım Koyuncu'yu saygıyla ve rahmetle anıyorum
Gitmek gerekir bazen hiçbirşey demeden.
O da hiçbirşey dememiştir.
Zaten gerek var mıdır ki ?